YILDIRAY OĞUR (TARAF)
Siz hiç uzlaşma kelimesinden nefret ettiniz mi? Sağduyu’dan tiksinip, biri bir daha diyalog derse kusacak gibi oldunuz mu? Beyazdan ümidini tümüyle kesmişlerin griye kanaat etmesine isyan edip, ehven-i şer-i makuliyet olarak paketleyip önünüze getirenlere karşı kötücül hisler beslediniz mi?
Kısa ömrünüzde uzlaşma, sağduyu, diyalog kelimelerini şehvetle ve özlemle bolca tüketip bir gün böyle patolojik bir ruh haliyle onlardan nefret etmeye başladıysanız evet siz de Türkiye’de yaşıyor olmalısınız.
Burada inanılmasına izin verilen en gerçekçi ütopya gri alanda karamsar bir mutsuzluk ve ehven-i şerde mutlak hakikati bulmak.
Beğenmediniz mi; o halde ya sevin ya da terk edin. Başka bir sağduyu, başka bir diyalog, başka bir uzlaşma mümkün diyorsanız korkarım ki galiba siz kötüsünüz, bozguncusunuz, azgın azınlıksınız.
İyilik işgal altında, sağduyu, uzlaşma, diyalog toplama kamplarında. Ziyaret yasak. Irzlarına geçiliyor, aç bırakılıyor, işkence görüyorlar ama elinizden de bir şey gelmiyor.
Uzlaşmacı, diyalogdan yana, sağduyulu olmak, makul kalmak için tek seçeneğiniz var; iyilik emperyalistlerinin işbirlikçisi olmak. Sağduyu için onların duyularına, uzlaşma için onların kurallarına, diyalog için onların kelimelerine ihtiyacınız var. Karanlığa karşı bir mum yakmak için bile bir kibrit üretemeyecek kadar bağımlı hale getirilmişsiniz.
Ve bu zor koşullarda oturtuluyorsunuz uzlaşma masasına.
Başörtülü kızların üniversiteye gidememe hakkını verip toplumsal barışı alıyorsunuz. 17 yaşındaki kızların yitip giden hayatları üzerinden bir diyalog köprüsü kurup, üniversitelere başörtüsü üzerine peruk takarak giren kızların grotesk haliyle sağduyuyu yakalıyorsunuz.
Bu büyük fedakârlıklarınız karşılıksız kalmıyor. Siz başörtülü kızları sağduyu, uzlaşma, toplumsal barış adına susturuyorsunuz, karşılığında rektörleriniz ordu göreve pankartlarını bir sonraki krize kadar toprağa gömüyorlar. Ordunuz muhtıra vermeyeceğine söz veriyor. Anayasa Mahkemeniz hukuka saygılı kalacağını garanti ediyor.
İşte bu da öpüp başınıza koymanız, elinizdekini de kaybetmemek için fazlasına göz süzmemeniz gereken ehven-i şer demokrasisi oluyor. Birkaç bin kızı seslerini duyamayacağınız karanlık bir odaya kilitliyorsunuz. Geride kalan koca gri alanda sükûnet ve dinginlik içinde orayı da bulamayanları düşünüp şükrediyorsunuz.
Ama durun, hemen öyle gri alanlarınıza kurulmayın. Uzlaşma, sağduyu ve diyalog canavarının karnı öyle hemen doymuyor. Masadan bu kadarcık tavizle kalkmıyor. Demokrasi gibi bir riske bu kadar ucuza girmiyor. Sizin elinizi gördü bir kere. Sizin verme perdeniz yırtıldıkça o daha fazla arsızlaşıyor.
Bu kez de faili meçhul cesetlerinizi atıveriyorsunuz mağarasının önüne, size kanlı elini uzatıyor. Uzlaştınız mı, henüz değil. Ergenekon’un askerî ve meşhur kanadının peşini bıraktığınıza dair garanti istiyor, veriyorsunuz, güvence olarak savcının bir kolunu istiyor, bırakıyorsunuz masada. Karşılığında hukuka saygılı bir mahkeme kararını alıp tam kalkacaksınız ki homurtu sesleri yükseliyor yeniden.
Şimdi de Kürtler’i istiyor. 6-5 deki 6’nın hep sabit kalması için DTP’yi atmalısınız mağaranın önüne. Anlaşma gereğince kırmızıçizgileri her geçtiğinizde karşı tarafın saldırma hakkı var. İmzalıyorsunuz.
Siz tam masadan kalkıp uzlaşmanın gri alanına piknik bezinizi seriyor, gri gökyüzünün altında, gri çimlere uzanıp, gri denizin dalgalarını dinlemeyi hayal ediyorsunuz ki uzlaşma canavarının homurtu sesleri yükseliyor yine.
Artık bu homurtu sesiyle, başınızın üzerinde sallanıp duran mahkemenin 6-5’lik kılıcıyla yaşamayı öğreneceksiniz. Ve bir çift dudak hareketine bağlı kaderinize boyun eğeceksiniz.
Erzakınız tükeniyor. Uzlaşma canavarını belki bir öğün daha susturabilirsiniz. Ama ya sonra? En sonunda sandıktan ne çıkarsa çıksın hepsini isteyecek. Sandıklar daha kapağı açılmadan ona teslim edilecek. Ve sandığı da kaybettiğinizde artık uzlaşmaya da gerek kalamayacak.
Şimdi kararınızı verin. Uzlaşacak mısınız? Yoksa uzlaşmayı işgalden kurtarmak için savaşacak mısınız?